Üstünden 1 ay geçmesine rağmen Hollanda gezimizle ilgili herhangi bir yazı yazmamış olmam benim pek de iyi bir blogçu olamayacağımı gösterir sanıyorum. Ama bazı şeyler için hiçbir zaman geç sayılmaz değil mi ?
Hollanda’yı 5 kısımda anlatmaya karar verdim. O yüzden bu bölümde Hollanda’nın tümünde görebileceğimiz, ülke için genelgeçer diyebileceğimiz şeyleri anlatayım.
Hollanda tamamı deniz seviyesinin altında, nerdeyse tüm şehirleri kanallarla bölünmüş bir ülke. Yazları sıcaklık 20-21 derece civarında. Kışın da sıfır derecenin altına çok nadiren düşüyormuş. Yani benim gibi sıcağı sevmeyen insanlar için ideal olduğunu söyleyebiliriz J Biz gittiğimizde temmuz ayının ortası olmasına rağmen genelde sabahtan öğlene kadar hava yağmurlu ve kapalı oluyordu akşam üzeri ise güneşli. Sanırım bu dengesizlik yüzünden yollarda mont ve bot giymiş insanları da şort ve parmak arası terlik giymiş insanları da görebiliyorsunuz. Yani “ben bi camdan bakayım insanlar neler giymiş dışarda hava nasılmış“ diye bir tahmin yapmanız pek mümkün değil. Ülkeyi sonradan deniz kumu ile doldurarak yaptıkları için ve gerçekten kullanılabilir, tarım yapılabilir toprak çok az olduğu için toprak orda en kıymetli şeylerden bir tanesi. Örneğin Tükiye’de bir apartman dairesi aldığınızda o daireyle birlikte apartmanın yerleştiği arsa üzerinde de pay sahibi olursunuz. Hollanda’da ise bir apartman dairesi aldığınızda sadece bir apartman dairesi almış oluyorsunuz. Devlet bahçe yapmak isteyen, bahçesine bişeyler ekmek isteyen insanlara çöp kutusu gibi bir alet vermiş. Bu alete önce biraz normal toprak koyuyorsunuz daha sonra bu kutuyu evdeki organik çöplerle dolduruyorsunuz. Bir zaman sonra bu organik çöpler toprak oluyor. Bu toprağı da alıp bahçenizde kullanabiliyorsunuz. Ülke bol bol yağış aldığı için her yer ya yeşillik ve çimen ya da asfaltla kaplanmış durumda. Bu yüzden ayağımız toz toprak görmeden geldik diyebiliriz. Yalnız yüzölçümü olarak bu kadar küçük bir ülke olmasına rağmen her yeri park bahçe vs. ile doldurmuş olmalarına evleri dip dibe yapmamış olmalarına hayran kaldık. Bizde o kadar çok arsa vs. varken mahalle aralarında bir tane park bulmak bile mümkün olmuyor. Ev yapılırken de insanlara alan sağlamak yerine buraya fazladan bir blok daha nasıl sığdırırız diye düşünüyorlar.
Hollanda’yı 5 kısımda anlatmaya karar verdim. O yüzden bu bölümde Hollanda’nın tümünde görebileceğimiz, ülke için genelgeçer diyebileceğimiz şeyleri anlatayım.
Hollanda tamamı deniz seviyesinin altında, nerdeyse tüm şehirleri kanallarla bölünmüş bir ülke. Yazları sıcaklık 20-21 derece civarında. Kışın da sıfır derecenin altına çok nadiren düşüyormuş. Yani benim gibi sıcağı sevmeyen insanlar için ideal olduğunu söyleyebiliriz J Biz gittiğimizde temmuz ayının ortası olmasına rağmen genelde sabahtan öğlene kadar hava yağmurlu ve kapalı oluyordu akşam üzeri ise güneşli. Sanırım bu dengesizlik yüzünden yollarda mont ve bot giymiş insanları da şort ve parmak arası terlik giymiş insanları da görebiliyorsunuz. Yani “ben bi camdan bakayım insanlar neler giymiş dışarda hava nasılmış“ diye bir tahmin yapmanız pek mümkün değil. Ülkeyi sonradan deniz kumu ile doldurarak yaptıkları için ve gerçekten kullanılabilir, tarım yapılabilir toprak çok az olduğu için toprak orda en kıymetli şeylerden bir tanesi. Örneğin Tükiye’de bir apartman dairesi aldığınızda o daireyle birlikte apartmanın yerleştiği arsa üzerinde de pay sahibi olursunuz. Hollanda’da ise bir apartman dairesi aldığınızda sadece bir apartman dairesi almış oluyorsunuz. Devlet bahçe yapmak isteyen, bahçesine bişeyler ekmek isteyen insanlara çöp kutusu gibi bir alet vermiş. Bu alete önce biraz normal toprak koyuyorsunuz daha sonra bu kutuyu evdeki organik çöplerle dolduruyorsunuz. Bir zaman sonra bu organik çöpler toprak oluyor. Bu toprağı da alıp bahçenizde kullanabiliyorsunuz. Ülke bol bol yağış aldığı için her yer ya yeşillik ve çimen ya da asfaltla kaplanmış durumda. Bu yüzden ayağımız toz toprak görmeden geldik diyebiliriz. Yalnız yüzölçümü olarak bu kadar küçük bir ülke olmasına rağmen her yeri park bahçe vs. ile doldurmuş olmalarına evleri dip dibe yapmamış olmalarına hayran kaldık. Bizde o kadar çok arsa vs. varken mahalle aralarında bir tane park bulmak bile mümkün olmuyor. Ev yapılırken de insanlara alan sağlamak yerine buraya fazladan bir blok daha nasıl sığdırırız diye düşünüyorlar.
Sanırım ülke deniz seviyesinin altında olduğu ve sonradan doldurularak yapıldığı için Hollanda’da tek bir dağ,tepe hatta yokuş bile yok.Özellike Amsterdam uçaktan bakınca suyun içine batırılmış bir sünger gibi duruyor. Her yer kanallarla dolu ve dümdüz. Bir ucundan baktığınızda şehrin diğer ucunu bile görebilirsiniz. Bu yüzden ülkede çok yoğun bir bisiklet kullanımı var. (O kadar yoğun ki aşağıdaki resimde de görebileceğiniz gibi 3 katlı bisiklet otoparkı bile var.) Gerçi neden italyanlar gibi işin kolayına kaçıp motosiklet değil de bisiklet kullanmaya karar vermişler diye uzunca bi süre düşündüm. Sonradan farkettim ki birincisi Hollandalılar akdeniz insanları gibi tembel değiller, ikincisi sağlıklı yaşam konusuna çok önem veriyorlar ve doğal yaşamayı çok seviyorlar. Üçüncüsü ülkede bisikletler için her türlü ayrıntı düşünülmüş(özel yollar, özel trafik ışıkları, bisikletle seyahet edilebilen otobüs ve trenler, çocuk koltukları, bisiklet yağmurlukları vs..) ve hatta trafikte bazen yayalardan bile daha çok önceliğe sahipler.
Ülkede ayrıca çok düzgün bir sosyal yaşam ortamı sağlanmış. Her şey çok kesin kurallara bağlı ve insanlar bu kurallara uydukça devlet de insanların her türlü sosyal güvenliğini düşünmüş durumda. Hele trafik müthiş! İnsan 10 gün boyunca bir ülkede kalır ve tek bir korna sesi bile duymadan gelir mi? Hollanda yollarında da trafik yoğun olmasına rağmen kimse trafikte sinir stres sahibi olmadan ilerliyor. Kimse emniyet şeridine girmiyor, kimse kırmızı ışıkta geçmiyor, kimse hız sınırını aşmıyor, (sınır 50km ise hele bir 51 km hızla gidin hemen fotoğrafınızı çekip bi güzel evinize postalıyolar) kimse tali yoldan önünüze atlamıyor, kimse önündeki araç durunca frene basıp durmak yerine sizin şeridinize geçmeye kalkmıyor, kimse en sol şeritten 60’la ya da en sağ şeritten 120’yle gitmiyor, kimse kaldırımlara ya da yolun ortasına park etmiyor yani kısaca İstanbul trafiği için normal bildiğiniz hiçbir şey orda gerçekleşmiyor. Oradaki trafik konusunu daha yazsam 8-10 paragraf yazabilirim. O kadar hayran kaldım ki, ordaki trafiği görünce İstanbul’dan neden nefret ettiğimi bir kez daha anladım.
Ayrıca ülkedeki bir diğer konuda sosyal imkanlar konusu. Gerçi hepimizin bildiği gibi Avrupada kuzeye gidildikçe bu sosyal imkanlar olayı giderek artıyor. Hollanda’da da işsizlik, sigortası, çocuk yardımı vs. gibi her türlü sosyal imkan mevcut. Hatta Türkler oraya gitmeden önce Hollanda’nın bir sosyal haklar cenneti olduğunu söylüyorlar. Örneğin eskiden Hollanda’da boşanan çiftlerin her ikisine de bir yıl boyunca para yardımı yaparlarmış, her ikisi de kendilerine yeni bir hayat kursun diye, fakat Türkler oraya gittikten sonra tüm Türk çiftler birer birer boşanmaya başlayınca (birlikte yaşamaya devam ediyorlar tabiki) bu uygulamayı kaldırmışlar. Ordaki Türkler konusunda yazılabilecek şeyler de var tabiki ama bunu başka bir yazı konusu yapabiliriz.
Kısaca özetlemek gerekirse ülkede gezdikçe şöyle bir çıkarım yaptım, Deniz seviyesinin altında ve dümdüz bir ülke à böyle bi ülke olunca çok yağmur à çok yağmur yağınca çok yeşillik à çok yeşillik olunca bu yeşilliklerde yorulmadan otlayan ve bol bol beslenen inek ve koyunlar à bu inek ve koyunlardan elde edilen süt ve et à bu şekilde beslenen, bol oksijenli bir ortamda bisiklete binip, spor yaparak yaşayan, her türlü sosyal hakka sahip, trafik vs. stresi yaşamayan mutlu insan.
Hollandalıların kuzey avrupa’daki en mutlu halk olmasının ve dünyadaki ırklar içerisinde en uzun boy ortalamasına sahip olmalarının (Ortalama 1.82) nedenini tüm bu yukarıda saydıklarım açıklamıştır sanıyorum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder