9 Nisan 2009 Perşembe

BİR GÜN TEK BAŞINA

Bana ne tarz kitap seversin diye sorduklarında “Tuğla kitap” diye cevap verebilirim. Her ne kadar böyle bir kitap tarzı olmasa da kalın kitaplarda karakterlerin daha iyi ve derinlikli olarak işlendiğine dair bir pozitif önyargım var sanırım.

Bu kitap, her ne kadar 744 sayfalık görüntüsüyle göz korkutsa da bir çırpıda okunup bitiriliyor. Virginia Woolf’un bilinç akışı yöntemine benzer bir yöntem ile yazılmış. Aslında tam olarak bilinç akışı değil de düşünce akışı diyebiliriz sanıyorum. Karakterleri kendi kafalarının içinden geçen düşüncülerini dinleyerek tanıyoruz. Böylece üçüncü bir kişi tarafından anlatılacak ağdalı cümleler yerine normal insanların kafalarından geçen basitlikte bir anlatım dili oluşturulmuş oluyor.
Ayrıca yazar (Bkz: Vedat Türkali) bu yöntemi ilginç bir şekilde kullanmış. Düşünceler kitaptaki karakterler arasında değişiyor. Bu değişim bölüm bazında yapılsa da bazı yerlerde çok güzel bir şekilde karakterlerin karşılaşmaları kullanılarak da yapılmış. Örneğin bir bölümde Kenan’ın kafasındaki düşünceleri okurken Kenan, Günsel’le buluşmak üzere kütüphaneye gidiyor ve bu noktadan sonra anlatım Günsel’in kafasındaki düşüncelere geçiyor.

Yazar özellikle mi yaptı bilemiyorum ama ben kitaptaki karakterlerin hepsine gıcık oldum. Hiçbirisini kendime yakın ya da benzer hissedemedim. En başta ana karakter Kenan olmak üzere hepsinin dayaklık insanlar olduğunu düşünüyorum ama bu durum karakterlerin kötü yaratılmış olduğu anlamına gelmiyor. Tam tersine karakterler gerçek birer insan gibi yaratılmış hepsinin iyi ve takdir edilesi yönleri olduğu gibi defolu yönleri de var.

*****spoiler olabilir****

Kenan karakterinden üniversite bitirmiş okumuş bir insan olmasına rağmen hayatta ne istediğini bilmeyen, maço ve kaypak bir karakter olduğu için nefret ettim. Hayatındaki kadınlara o şekilde davrandığı için ,çocuğuyla arasında bir bağ kuramadığı için, en yakın arkadaşı hakkında o düşüncelere sahip olduğu veya hakkında o şekilde düşündüğü bir insanla arkadaşlık etmeye devam ettiği en çok da en sevdiği kadına bile el kaldırabildiği için kendisini bulduğum yerde paralayacak kadar sinirlendiğim zamanlar oldu.
Günsel karakterinin çok şey biliyomuş gibi görünüp de aslında hiçbir şey bilmeyen haline, öyle bir adamı sevebilmesine, sevdiği adamı tek bir sözle bir çırpı da silebilmesine , tam olarak ne için savaş verdiğini bilmemesine sinir oldum.
Hele Nermin karakterinin gurursuzluğuna, kadınlığını her istediğini elde edebileceğini düşünerek kullanmasına bir de üstüne kendisini sevmeyen ve bunu açıkça belli eden bir adamdan 2. çocuğu yapmaya kalkışmasına deli oldum.


*********************


Not: Kitabın benim okuduğum baskısında 13. bölüm yoktu. 12’den 14’e atlıyordu. Acaba benim elimdeki baskıda mı bir hata var yoksa yazarın 13 sayısının uğursuzluğuyla ilgili bir batıl inancı mı var bilemiyorum.

Hiç yorum yok: